Zamanın ötesinde bir şehir: Tokyo

Uzakdoğu’nun ve dünyanın en büyük metropolü daha doğrusu megapolü, “Lost in Translation”ın önemli karakteri Tokyo‘yu tarif etmek için birçok   güzel sıfat sayabilirim. 15 milyonu şehir merkezinde olmak üzere toplamda 35 milyonluk nüfusuyla insanı ilk duyuşta korkutan ama gördükten sonra da kendine hayranlık uyandıran bir şehir. Gezimiz süresince megapol olması dolayısıyla sürekli İstanbul ile kıyaslarımıza maruz kalmış ama bu kıyasın aslında kendilerine yapılmış bir hakaret olduğunu düşündüğüm bir yer oldu Tokyo. Bir defa şunu belirtmeliyim ki etraftan duyduğumuz gibi insanların metroya binemediği bir yer asla değil. İstanbul’da en rahat saatteki metro-metrobüs kalabalığını Tokyo’da pik saatlerde ancak bulabiliyorsunuz. 35 milyonluk bu şehirde iş gezisi münasebetiyle 9 gün kaldım ve trafiğin “t”sini, çöp kutusu ve çöpün “ç”sini, korna sesinin “k”sini görmedim, duymadım. Ne mi gördüm? Şu ana kadar gezdiğim gördüğüm hiç bir yerde olmadığı kadar sistemli, düzenli, saygılı,temiz,disiplinli, dürüst yaşayan insanlar gördüm. Hiçbir yerde görmediğim kadar düzgün, kaymak gibi yollar, kaldırımlar, aşmış mühendislik yapıları ve kurallara riayet gördüm. Kısacası hiçbir toplumun belki de yanaşamadığı ve yanaşamayacağı türden bir medeniyet ve kültürle tanıştım.

Amsterdam’da yeme-içme rehberi…

Shibuya
Shibuya

11 saatlik yorucu uçak yolculuğunun ardından Tokyo’ya bir cumartesi akşamı vardık ve Kodemmacho bölgesindeki Japon APA hotel zincirlerinden birine yerleştik. Otel odası beklediğim gibi Japonların herşeyleri gibi küçücüktü ama temizlik ve hizmette 5 yıldızlı bir otelden farksızdı. İlk gece 2-3 saat kadar çevredeki caddelerde yürüyüş yaptık ve etrafı biraz keşfedelim dedik. Tokyo şehir planlaması itibariyle ABD şehirlerine çok benziyor. Böyle bir şehir planı beklemiyordum ama şunu da belirteyim  ABD şehirlerinin de ötesindeler her anlamda. Ginza bölgesine kadar yaklaşık 3 kmlik bir yürüyüş yapıp otelimize döndük. Ginza bizim Nişantaşı, Bağdat caddesi ayarında bir alışveriş  bölgesi. İlk gece izlenimlerimiz  arasında kat kat inşa edilmiş yolları geliyordu. Gerçekten hayran olmamak elde değil. Bu arada dikkatimi çeken diğer birşey ise adım başı rastladığınız  7/24 açık 7 Eleven tarzı marketler ve sokak köşelerindeki içecek otomatlarıydı. Bu marketler ve otomatlar Tokyo’nun dünyanın en pahalı şehri ünvanını yalancı çıkaracak cinsten açıkçası.

shibuya
Shibuya

Pazar sabahı uyandıktan sonra tüm günümüzün boş olması dolayısıyla günü iyi değerlendirebilmek için erkenden yola koyulduk. Belki Tokyo’da kaldığım süre boyunca en fazla yürüdüğüm gündü  ama ne ilginçtir ki hiç yorulmadığım bir gün geçirdim. Otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra meşhur Shibuya bölgesine metro ile 30-40 dakika arası bir sürede ulaştık. Metro istasyonları genelde apartmanların altında ve çoğu şeyleri gibi eski ama tertemiz. Metro vagonları da genelde eski ama yine tertemiz yeni gibi. Shibuya gerçekten insanın aklını başından alan bir şehir merkezi, meydan. Dört koldan insanların trafik ışıklarından aynı anda bekleyip aynı anda geçtikleri ama kalabalıktan boğulmadığınız enteresan bir yer. Yüksek binalar, ışıklı reklamlı dev ekranlar (ses de var:)) sayesinde yukarı bakıp bakıp duruyorsunuz ve bu değişik ortamın keyfini çıkartıyorsunuz. Tokyo’da Eylül sonu hava 26-27 derece civarı, kapalı ve hafif çisentiliydi. Ve herkesin şemsiyesi vardı:) Shibuya bölgesi alışveriş merkezlerinin, restoran-kafe-bar-gece kulüplerinin bulunduğu 24 saat canlı bir bölge. Hemen hemen her akşam 9’dan sonra uğrak mekanımız oldu. Meydandaki panoramik manzaralı Starbucks da çok iyi. Shibuya’daki turumuzun ardından Meiji Dori’den (alışveriş mağazalarının,ünlü markaların mağazalarının bulunduğu bir cadde) yürüyerek meşhur olduğunu duyduğumuz Harajuku bölgesine  geliyoruz.

Shibuya
Shibuya

Bu bölge Japon gençlerin uğrak yeri. Acayip giyimli Japon animelerden fırlamış gençleri görebileceğiniz, daracık sokakta sağlı sollu dükkanlara bakabileceğiniz eğlenceli bir nokta. Harajukunun devamı da Takeshita Caddesi ve burası da aynı şekilde Harajuku’nun devamı niteliğinde bir sokak. Buradaki turun ardından şehrin en büyük parkına, Yoyogi Park‘ına geçtik . Bu parkın ana kapıdan girişi adeta Jurassic Park’ı anımsattı bana. Şehrin tam ortasında böyle devasa bir park görmek biz İstanbulluları haliyle şaşırttı! Parkı yaklaşık iki saat kadar turladık, aynı zamanda içinde Kral Meiji tapınağı da mevcut. Gerçekten görülmesi gereken yerlerden. Kilise görmekten baymış bir insanoğlu olarak farklı bir kültürün parçası olan tapınakları görmek beni mutlu etti. Parkın ardından diğer bir merkeze Shinjuku‘ya doğru yol aldık. Şehrin en uzun gökdeleni Docomo binasını da  görmek nasip oldu yol üzerinde. Bu arada adımbaşı wifi var. Biraz uğraşla sokaklarda ve metroda wifi yakalayabiliyorsunuz. Shinjuku Japonların diğer meydanları, ana caddeleri gibi renkli bir merkez. Akşam ışıklarında dolaşmak da ayrı bir keyifli oldu. Shinjuku’dan sonra otelimize dönüp kısa bir dinlenceden sonra tekrar akşam ışıklarında Shibuya’yı keşfetmeye gittik ve ondan sonraki her  akşam da nerede takılacağımız belli oldu böylece:)

IMG_8063
                Yoyogi Park- Meiji tapınağı
IMG_8060
      Yoyogi Park

IMG_8047

                                                             Yoyogi Park

IMG_8046
  Yoyogi Park

Pazartesi günü iş gezilerimizin ilk günüydü. Ikebukuro bölgesindeki ziyaretimizin ardından bu merkezi de de kısa bir turladıktan sonra öğlen otelimize döndük ve ardından yeni keşifler için yola koyulduk. Metro ile kısa bir yolculuğun ardından Ueno bölgesine vardık. Bu bölge de şehrin bir başka merkezi. Ve ne enteresandır ki yine şehir merkezinde devasa bir park daha var! Parkın sınırları içerisinde şehrin büyük müzeleri mevcut. İnşallah bir gün gelir de biz de şehrin merkezinde böyle nefes alabileceğimiz geniş yeşil alanlara kavuşuruz. Ueno çevresinde Ameyoko sokağı var. Burası biraz bizim Sirkeci-Eminönü havasında yerel bir çarşı-pazar. Kalabalık ve hareketli diğer merkezler gibi. Bu arada parktaki gezimizde bir soluklanıyoruz, kahve molası veriyoruz ve adım başı görebileceğiniz Starbuckslardan birine ama belki de en güzellerinden birine oturuyoruz. Parkın içinde parkın dokusuna uygun inşa edilmiş şirin bir kafe diyebiliriz:) Yeşil çaylı (mate tea) frapuccinoyu tevsiye ederim. Bu mate tea’den her birşeyi yapıyorlar bu arada .Kraker bile!:)

Ueno Park
Ueno Park

Ameyoko ve Ueno parkın ardından şehrin en görkemli yapılarından birini görüyoruz: Skytree. Şehrin en uzun yapısı.2012’de açılmış, 634 m boyunda, dünyanın en uzun ikinci kulesi. Gece yanar dönerli ışıklarıyla görsel şölen sunan, kısa sürede şehrin simgesi olmuş bir yapı. Ardından Asakusa‘ya geçiyoruz ki burası tapınakların ve Japon tarihinin kokusunu alacağınız bir nokta. Farklı bir kültürü en derinden hissedebileceğiniz yerler bence dini yapılar.Buna bir kez daha şahit oldum. Muhteşem mimarideki tapınakları (en meşhuru Sensoji Tapınağı) turlayıp Eski Geisha bölgesi denilen upuzun hediyelik eşyaların satıldığı caddeden Asakusa’nın en meşhur kapısına Kaminarimon kapısına geliyoruz. Fotoğraf çekerken en güzel karelerin yakalandığı yerler belki de bu Asakusa bölgesiydi. Akşam olunca metro ile Roppongi‘ye geçiyoruz. Roppongi gece hayatının aktif olduğu bir cadde. Biraz Beyoğlu, biraz Aksaray, karışık bir yer:) Cadde boyunca yürüyüp Tokyo Kulesi’ne varıyoruz ve ışıl ışıl bir Tokyo manzarası ile baş başa kalıyoruz kulenin tepesinde.

Ameyoko
   Ameyoko

IMG_8209

                                                                     Tokyo Skytree

IMG_8189

                                                                     Asakusa

IMG_8187

                                                                    Asakusa

IMG_8182

                                                                  Asakusa

IMG_8216

                                                               Asakusa

IMG_8218

Salı’dan Cuma’ya kadar sabah 7’de yola koyulup işle ilgili teknik gezilerimizi ve temaslarımızı ancak 5’ten sonra bitirebildik. Bu yüzden sadece akşamları boş vaktimiz kaldı. Salı günü sabah Tokyo’nun yakınında 1 saatlik mesafede bir kente Tachikawa’ya işimiz dolayısıyla gittik ve burada da Showa Kinen parkını gördük. Gerçekten muazzam büyüklükte ve güzellikte bir park. Bu park gezilerimizde ne yazıktır ki mevsim sonbahar olduğu için muhteşem renkleriyle eşsiz güzellikteki meşhur cherry blossomları (kiraz ağaçları) göremedik. Daha doğrusu çiçeklerini göremedik yoksa ağaçlardan her yerde var. Akşam ise Tsukiji Fish Market’e balık hali ve pazarına sushi yemeye gittik. Onlarca balık restoranı var ve öğrendiğimiz kadarıyla hemen hemen hepsi aynı ayarda, belli bir standarttaydı. Sushiler bizim buradakilerden oldukça farklı diyebilirim, gerçi çok fazla sushi denemişliğim yok İstanbul’da ama genelde roll yapılıyor bizde. Hatta california roll de en meşhurlarından. California roll’ü menüde göremeyince garsona sordum, fakat kızgın bir ifadeyle “hayır, california roll yapmıyoruz” cevabını aldım:) Burada ise roll olarak sadece tuna roll var onun dışındaki türler oldukça değişik ve ilginç dokuya sahip tatlar.

IMG_0054

IMG_0052

Çarşamba günü işimizle ilgili temaslar şehir merkezindeydi ve önceki günler gördüğümüz yerleri arabayla da olsa turlamış olduk. Akşam olunca da teknolojik marketlerin bulunduğu meşhur Akihabara bölgesine gittik. Burası enteresan bir yer gerçekten:) Ne ararsanız var. Yine ışıl ışıl cıvıl cıvıl bir merkez. Çılgın bir cadde:) Özellikle oyun salonlarındaki o gürültü ve manzara aklımdan çıkmıyor, başka bir alem.. Mutlaka bir oyun salonuna uğrayınız. Bu akşam da yemeğimizi “tempura”dan yana seçtik, balık ve sebze kızartmalarından yapılan pirinç pilavının üstünde servis edilen lezzetli bir yemekti.

IMG_8456

                                                          Akihabara

Tempura

                                                               Tempura

Perşembe günü sabahtan akşama kadar Yokohama‘daydık. Fakat şehir merkezini gezip görme fırsatımız ne yazık ki olmadı. Akşam Tokyo’ya döndüğümüzde Shibuya’ya yakın bir bölge olan Omotesando caddesinde dolaştık. Bu cadde lüks markaların mağazalarının bulunduğu dolaşması zevkli, geniş, uzun bir alan. Başı sonu da yine Tokyo’nun şehir merkezindeki ana caddelere bağlanıyor. Bu akşam da yemek hakkımı balıktan yana kullandım ve kılıç balığı denedim, fena değildi. Bu arada şunu belirtmek isterim, Tokyo’da adım başı, aklınızın hayalinizin alamayacağı kadar fazla restoran var. Türlü mobil uygulamadan hangisine gidilir diye araştırma yaptıysam da bir iki zincir mekan dışında açık ara sıyrılan, çok beğenilip tercih edilen mekanlar fazla  bulamadım. Anladığım kadarıyla belli bir standardı olan çok sayıda restoran mevcut  şehrin genelinde.Yediğimiz yemekler de ne çok kötü ne de çok çok iyiydi doğrusunu söylemek gerekirse.

IMG_0292 (2)

Cuma akşamı ise şehrin bambaşka bir bölgesine, biraz uzağa, liman tarafına yakın Odaiba‘ya gittik. Deniz kıyısında mükemmel bir rekreasyon alanı yaratmışlar. Büyük bir alışveriş merkezi var ve terasında da harika bir manzara. Denize girmek yasak ama kumsalda oturabilir, piknik yapabilir, güneşlenip oyun oynayabilirsiniz. Köprü ve gökdelenlerin manzarası ile eşsiz bir nokta Odaiba. Odaiba’nın ardından geceyi Shibuya’da sonlandırıp otelimize döndük.

IMG_8286

                                                      Odaiba

Cumartesi günü şehrin ortasındaki “İmperial Palace”ın da bulunduğu parka gittik. Burada sembolik Japon İmparatoru ikamet ediyormuş. Saray binası yılda iki kez halka ziyarete açılıyormuş. Muhteşem bahçelerde dolaşıp keyifli vakit geçirebileceğiniz bir yer.Parktaki gezintinin ardından hediyelik eşya ve alışveriş için Akihabara ve Shibuya’da vakit geçirip günü sonlandırdık ve ertesi gün sabah da İstanbul’a yola koyulduk.

IMG_8538

                                                                         Imperial Palace

IMG_8540

                                                                       Imperial Palace

IMG_8539

                                                                     Imperial Palace

IMG_8536

                                                                    Imperial Palace

Japonlar inanılmaz dürüst insanlar ama öyle böyle değil yani. Taksiye biniyorsunuz taksici İngilizce bilmiyor ama sizin gideceğiniz noktayı net öğrenene kadar ve navigasyonda işaretleyene kadar taksimetreyi açmıyor hareket halinde olsanız da. Gerekirse gideceğiniz yer mesela  otelse otelinizi arıyor ve adresi öğreniyor. İstanbul için bir hayal olsa gerek bu tip taksiciler. Bu arada taksiler çeşit çeşit. Renklerine göre ayrılıyorlar ve fiyatları da farklı. En ucuzu bile İstanbul’dan pahalı bu arada. Japonya’da trafik soldan akıyor, direksiyonlar da sağda haliyle. Yolda birisine adres mi sordunuz? Sizi oraya götürüyor ve ondan sonra kendi yoluna devam ediyor. Başıma geldi, şehir efsanesi değilmiş. İngilizce ne yazık ki hiç bilmiyorlar, anlamıyorlar, tam bir “lost in translation” durumu:) En çok zorlandığım ve k isyan ettiğim durum bu oldu. Özellikle restoranlarda sipariş verirken kafayı yiyebilirsiniz. Geceleri sokaklarda fareler cirit atıyor. Buna çok şaşırdım, böylesine bal dök yala cinsinden bir şehirde bu manzara hoşuma gitmedi. Bir hata yaptıklarında, ki otelde ve restoranlarda karşılaşabilirsiniz, 50 defa özür diliyorlar, artık yeter kıvamına geliyorsunuz:) Böyle bir iş ahlakı, disiplin, temizlik, dürüstlük aman Allah’ım… En ufak bir nezle olan suratında maskeyle dolaşıyor, böyle bir karşındakini düşünme, saygı, ütopik bizim için. Bir mekana, restoran,market fark etmez şemsiye ile girmiyorsunuz, dışarıdaki şemsiyeliğe şemsiyenizi bırakıyorsunuz çıkınca da orada aynen çalınmamış halde buluyorsunuz, bizde imkansız herhalde. En başta da söylediğim gibi bizle kıyaslarsak Japonlara haksızlık etmiş oluruz. 100-150 yıl fark var aramızda. Aşmış mühendislikleri ve bizim için “insanüstü” özellikleri ile beni kendine hayran bıraktı Japonlar. Zamanın ötesinde, Avrupa, ABD’nin de çok ilerisinde başka bir boyutta yaşadıklarını gözlemledim. Shibuya crossingde o anormal kalabalığın nasıl bir düzen içinde hareket ettiğini görmek.. Tokyo’nun kısa özeti..

 

 

Sen De Bir Şeyler Yaz!

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz